Hikayenin St Andrew Holborn Klisesi’nde anlatılmasının da elbette bir nedeni var. Milattan sonra 951 tarihinde inşa edildiği var sayılan klisenin, imparatorluklar boyunca yıkılmayıp, gücünü ve saltanatını koruması, Grandüşes Olga’nın Rus Devrimi’nden sonra dimdik ayakta durmasıyla büyük benzerlik taşıyor. Olga’nın hayatındaki inişler ve çıkışlar, saltanat ve yoksulluk, acısıyla tatlısıyla bütün tatlar, Bora Aksu’nun anlatıcı ve hikayeci vizyonuyla birleşince, ilk bakışta ürküten ama aynı zamanda büyüleyen tasarımlara evrilmiş. Bora Aksu, modanın romantik çocuklarından olmasına rağmen, koleksiyonu şeker pembesinden ibaret değil. Aksu’nun ilham perisi Olga ile birlikte romantizmin şeker pembesi, yerini kan kırmızısına bırakıyor. Yine de bu sizi tedirgin etmesin, çünkü Bora Aksu’nun karanlık romantizminde korku yok, yüksek dozda tutku var.