2008 yılında yaptığımız röportajda Gustavo ve Elke’nin söylediği bir şey aklımdan hiç çıkmıyor. Kendi ağızlarından aktarıyorum: “Dünya turumuz bittiğinde bir kitap yazmak ve yaşadıklarımızı anlatmak istiyoruz. Dünyadaki insanlara demek istiyoruz ki aslında tüm insanlar aynı. Herkesin önyargıları var. Doğulu’nun Batılı’yla, bir milletin diğeriyle, bir dinin öbür dinle ilgili önyargıları var. Bu önyargıların yanlış olduğundan şu sebepten dolayı eminiz ki olumsuz iddialar hep komşu ülkelerle ilgili. Bu önyargıların tamamen politik olduğunu ispatlıyor. Çıkarların çatıştığı yerde politikacılar kötü bir şey söylüyor, insanlar da inanıyor. Bu gezdiğimiz her yerde aynıydı. Herkes diyor ki yolunuz buraya kadar iyiydi ama bundan sonrasına dikkat edin. Bizi hep bir sonraki adımda büyük tehlikeler beklediğine inanıyorlar. İnsanlar buna gerçekten inanıyorlar. Tüm dünyaya anlatmak istiyoruz ki bütün ülkelerde insanlar hep aynı.”
Gerçekten dünyadaki herkes aslında aynı değil mi?
Hepimiz yiyip içmiyor muyuz? Kimimiz sabah simitle kahvaltı ediyor, kimimiz pirincin üzerine attığı tropik meyve parçasıyla. İmkanı bol olan yemenin zevkini çıkarıyor, kısıtlı olan zar zor karnını doyuruyor. Yediklerimiz birbirimize tuhaf görünse de sonuçta yaptığımız şey aynı.
Hepimiz çalışıp didinmiyor muyuz? Kimi Batı Avrupa’da günde 8 saat çalışıp ayda 10bin euro kazanırken, kimi Uzakdoğu’da bir fabrikada günde 12 saat çalışıp ayda 200 dolar kazanıyor. Dünyada çalışıp kazanma konusunda adalet olduğunu söylemek çok zor, o yüzden bambaşka görünüyor olabiliriz. Ama sonuçta herkesin derdi hayatını geçindirmek. Ama şöyle, ama böyle hayat gailesi hep aynı.
Hepimiz sevgiye ihtiyaç duymuyor muyuz? Bunu en çok havaalanlarında görürsünüz. Rutin yaşantınızda pek denk gelmediğiniz, pek bilip tanımadığınız bir milletten, ne bileyim mesela Asyalı bir baba ya da Afrikalı bir annenin çocuğuna sarılışına bakarsınız. Ve anlarsınız ki bu yaşadığımız sevgi aslında dünyanın heryerinde aynı.
Hepimizin hayalleri yok mu? Kimi çocuklarıyla yaşayacağı bir ev satın almak için para biriktiriyor, kimi bir araştırma peşinde yıllarca dirsek çürütüyor. Kimi çok görmek istediği o ülkeye gitme planları yapıyor, kimi bir yarışmada derece almak istiyor. Akşamları ailenizle sıcak bir ortama gidiyor olsanız da, dünya turuna çıkmak için sırtçantanızı topluyor olsanız da içinizdeki yaşama enerjisini size veren bir şey mutlaka var. Hayalleri olan her insan birbirinin aynı.
Aslında insanlar hep aynı. Özellikle yurdumuzda son dönemde bunu sıkça unutmaya başladık. Birbirimizi hangi siyasi kutba yakın olduğumuza, hangi dine mensup olup o dini ne kadar yoğunlukta yaşadığımıza, hangi etnik kimlikten geldiğimize kadar sayısız değişik çerçevede değerlendiriyoruz. Karşı tarafta bolca kusur buluyor, kendimizi de çok haklı olduğunu düşündüğümüz eşsiz bir konumda görüyoruz. Ama aslında karşımızda olduğunu düşündüğümüz insanla bizim hayatımız özünde aynı değil mi?
Peki bunu anlamak için dünya turuna çıkmaya gerek var mı? Evet var!
Seyahati seviyorum ama yalnızca Avrupa’da müzeyi, Uzakdoğu’da tapınağı, Afrika’da safariyi sevdiğim için değil. Seyahati dünyanın dört bir tarafındaki insanların hayatlarını gözlemleyebildiğim için seviyorum. Seyahatin gerçek değeri işte bu. Belki motosikletle dünya turu yapmak şart değil ama biraz olsun kabuğunu kırıp dünyanın nereye benzediğini anladığı zaman geliyor insanın aklın başına. İnsanları değerlendirirken memleketleri, milliyetleri, ırkları, dilleri, dinleri, siyasi görüşleri ekseninde değil de birer insan olarak değerlendirmeyi öğreniyor. İşte o zaman da karşımıza dünya gezgini motorcu dostlarımızın söylediği aleni gerçek çıkıyor: “Aslında tüm insanlar aynı!”