Paris Couture Haftası’nın programında hiç beklenmedik bir marka yer alıyor: Vetements. Demna Gvsalaia’nın liderliğindeki marka, Hollywood’un yeni bağımlılığı haline gelmiş durumda. DHL tişörtleri, kızgınlık ve sövgü dolu sözcüklerin basıldığı sweatshirt’leri ve yükselen özgür şiirleriyle moda endüstrisinin mevcut sistemine baş kaldıran Vetements, düzene uyarlanamayan kurallarını haute couture’ün geleneksel dünyasında nasıl uygulayacak? Hadi bütün bunları başardı diyelim, peki haute couture Vetements’a gerçekten hazır mı?
Yüksek modanın sanata açılan kapısı haute couture’ü tasarımcıların özgürlük bahçesi olarak tanımlayabiliriz. Haute couture, modanın kutsal toprağı. Hayallerin silüetlere büründüğü, illüzyonun gerçekle buluştuğu ve hikayelerin kusursuz bir el işçiliğiyle anlatıldığı tasarımın en prestijli platformu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’te Christian Dior ile altın çağını yaşayan haute couture, pahalı bir kumaş oyunundan çok daha fazlası. Savaş yorgunu bir toplumun grinin kasvetli tonlarına mahkum olmuş kimliklerine umutla, renkle ve törensel bir estetik fırçasıyla dokunan bir sanat. Özellikle, o dönemde resmi ve maskülen çizgilere hapsolmuş kadınların kendi bedenlerini yeniden keşfettikleri bir özgürlük sembolü de diyebiliriz.
Köklerini Paris’ten alan her şey biraz kuralcıdır. Parizyenliğin elitist ve muhafazakar yapısından haute couture geleneği de nasibini ziyadesiyle almış. 1945 yılından günümüze hala geçerliliğini koruyan Chambre Syndicale de la Haute Couture’ün belirlediği kuralları hatırlayalım. Öncelikle yüksek modada, haute couture dünyasına giriş kartı için kişiye özel hizmet verme zorunluluğunuz var. Haute couture alanında aktif olan her markanın atölyesinde en az 20 personel çalıştırması en önemli şartlardan biri. Fransız basınına 35 parçadan oluşan bir koleksiyon sunmayı garanti edemeyenlereyse, couture sanatında yer yok.
Bu kurallar 71 yıldır geçerli ama uygulayabilen atölyelerin sayısında ne yazık ki inanılmaz bir düşüş var. 40’larda yüzden fazla tasarımcı couture markasıyla harikalar yaratırken, bugün sadece hatırı sayılır 19 modaevinden söz etmek mümkün. Sebebi ise yüksek modayla moda sektörünün arasına ince bir çizgi çeken seri imalat ve hazır giyim devleri. Moschino’yu popüler kültürün ocağına düşüren Jeremy Scott’u anmadan geçmeyelim. Başta, yüksek modayı temsil eden bir markayı tüketim kültürünün sembolleriyle bağdaştırması moda otoriteleri tarafından topa tutulsa da, Scott dönemindeki Moschino’nun başarısı kesinlikle göz ardı edilemez.
Paris’in ihtişam kalesi Yves Saint Laurent’in başına Hedi Slimane geçtiğinde bir kez daha burun kıvıran moda konseyi, Slimane devrimlerine de sıcak bakmamıştı. Yves Saint Laurent’in Parizyen zarafetini Los Angeles’ın özgür ve genç ruhuna teslim eden Slimane, 4 yıllık kreatif direktörlük döneminde YSL’in marka değerini ikiye katlayarak zirveye taşıdı. Hazır giyim koleksiyonlarında kendi imzasını atmaktan asla kaçınmayan Hedi Slimane, son couture koleksiyonu La Collection de Paris’te, özgürlük sınırını Yves Saint Laurent’e göre belirledi. Çünkü Paris’te haute couture gelenekseldir. Her ne kadar hayalet tasarımcı Martin Margiela gibi vizyonerler, haute couture’ün sabit duvarlarını yıkmaya çalışsa da, Elie Saab gibi Ortadoğu’da Parizyen masallar anlatan tasarımcıların yanında bu özgürlükçü duruş ve devrimci güç sektörde sadece alternatif bir yorum olarak değerlendiriliyor.
Yine de Paris Couture Haftası’nda Vetements’ın yer alacak olması son derece heyecan verici bir gelişme. Görünen klasik tablonun aksine, haute couture yeni fikirlere ve alternatıf seslere açık bir konumda duruyor. Tabi Paris’teki couture heyetinin endişelerine de kulak asmak gerekir. Neticede Vetements’ın haute couture’ün mirasına sahip çıkacağını garantileyen hiçbir somut belge yok.